2010

Yıl bitiyor. Şimdi farkediyorum ki, günceye ilk defa kendimle ilgili yazıyorum.

Bu yıl için planladıklarımdan çok hayatın akışı belirleyici oldu.
Emren Yiğit, şimdiden 4 aylık. Bu daha çok çalışmam gerektiği, Emren Bey ile daha çok zaman geçirmem gerektiği anlamına geliyor.


On yıl, yirmi yıl sonra geriye dönüp baktığımda, işlerin yerli yerine oturmasından çok, bu minik adamın sağlıklı ve mutlu bir şekilde büyüyüşüne tanıklık etmiş olmak, sanırım beni daha mutlu edecek.

2010'un hayırlara vesile olması dileğiyle...

Vokalde Kiske, Helloween'den Eagle Fly Free...

Bu aralar gaza gelmişim, bugün kendimi Motörhead dinlerken buldum. Günceye müzik videoları eklemeyi istemesem bile, yeni neslin bilmeyebileceği bir şarkıyı buraya sıkıştırmadan edemedim.

Helloween, M.Kiske (vokal) gruptan ayrılmadan önceki haliyle "Eagle Fly Free". Helloween melodik, hızlı ve güçlü müziğiyle en sevdiklerimden... Helloween'i "A tale that wasn't right" ile bilenlere mini bir sürpriz:

En yakınınızdaki hesap makinesi

Firefox'un arama kutucuğu = hesap makinesi


Firefox 2 ve üzeri sürümlerde, adres çubuğunun yanındaki mini arama kutusu, arama yaparken en çok kullandığım Firefox özelliği.

Bu minik kutucuk aynı zamanda bir hesap makinesi. Nasıl mı?



Videodaki matematiksel işlemleri açıklarsak;
8+8 (yok artık...)
16*4 (16 çarpı 4 kaçtır?)
(16*4)^2 (16 çarpı 4 işleminin karesi kaçtır?)
4096^(1/2) (4096'nın karekökü kaçtır?)
133*1.53 (bugün usd kuru 1.53 iken 133 dolar kaç TL eder?)

Biraz daha derine girersek, bu mini hesap makinesinin marifetleri bunlarla sınırlı olmadığını görürüz.  Bir de şunları deneyin:

sin(pi/6) (sinüs 30 kaçtır? Not: pi bölü 6, 30 derece demektir)

Biraz daha karmaşık bir işlem deneyelim:
(sin(pi/6)*cos(pi/3))^(1/3) (yani sin30 ve cos60 çarpımının küp kökü kaçtır)

"Zamanımın %54'ü tarayıcı (browser) başında geçmiş" yazısında da değindiğim gibi, internet tarayıcıları sistemimizde en uzun süre açık kalan yazılımlar.

Sık kullandığım tarayıcılardan Internet explorer 7 ve öncesi, ayrıca Opera sürümlerinde rastlamadığım bu hesap makinesi özelliği Firefox'u ufak tefek sıkıntılarına rağmen tercih etmemin temel sebebi.

Creative Commons License
Firefox hesap makinası by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Zamanımın %54'ü tarayıcı (browser) başında geçmiş

Tarayıcılarımızı ne kadar kullanıyoruz?

Ülkemizde, internet tarayıcıları (Firefox, Opera, İnternet Explorer vs.) karşısında ne kadar zaman geçiriyoruz sorusuna verilmiş bilimsel bir yanıt yok.

Kendi kullanımımı birkaç gün ölçtüm ve ilginç bir sonuca ulaştım. Bilgisayarın karşısında bulunduğum sürenin yaklaşık %54'ünde internet tarayıcısı kullanmışım (tarayıcının açık olduğu süre değil, etkin kullanım süresi).


İşletim sisteminin açık olduğu süre: 422 dakika.
Tarayıcının etkin olarak kullanıldığı süre: 228 dakika.

Kısıtlı ve kişisel bir veri olsa bile, konuyla ilgili geniş kapsamlı veriye ulaşamadığım sürece kullanılabilir.

İnternet bağlantısı olan ev bilgisayarlarında, İşletim sistemimizin açık olduğu sürenin neredeyse yarısında internet tarayıcılarının açık olduğunu tahmin ediyorum.

Konu ile ilgili yabancı çalışmaları incelediğimde, genelde tarayıcıların kulanılabilirliği (usability) konusuna ve ergonomisi üzerine yoğunlaştıklarını görülüyor.



Sonuçta ömrümüz bilgisayar başında ve dolayısıyla tarayıcıların başında geçiyor. Tarayıcılarımızla neler yapabiliriz, nasıl daha verimli kullanabiliriz, sonraki yazının çıkış noktası bu olacak. Kısaca "farklı tarayıcılar hangi hizmetleri sunarak hayatımızı kolaylaştırıyorlar?" sorusunu yanıtlamaya çalışacağım.

cin peri resmi degil, kedidir kedi...

Cin peri resmi değil. Kedinin içinde şeytan da yok. Sadece yetersiz ışıkta, ayar yapmadan, amatör resim çekmeye kalkışırsanız böyle sonuçlar alabiliyorsunuz. Fazla söze gerek yok.

cin resmi değil, sadece çekim hatası

Fotoğrafları bilgisayara yüklerken bu resmi görünce biz çok güldük. Aslında güzel bir kediydi...

RDFa Adım Adım Geliyor


İnternet ile yakından ilgilenenler bilir. (X)HTML teknolojisi, sanal sayfaların yapılandırılmasındaki temel yöntemdir. Bu teknoloji, ağırlıklı olarak sayfa düzenlemesi öğelerini içerir. Ortaya çıkan sayfalar insanların okuması içindir.

Günlük hayattan bir içerik örneği:

Bir sayfa hayal edelim;
* İzmir - Urla - Gülbahçe mahallesi ile ilgili olsun.
* Yazının içinde iki telefon numarası geçsin.
* Numaralardan ilki üstte, muhtarın telefon numarası olsun.
* Hemen altında, aynı paragrafta, sağlık ocağının numarası bulunsun.
Gülbahçe'de Anayol üzerinde Sağlık ocağı ile ilkokul bulunmakta ve muhtarımızın telefon numarası (sağlık ocağından yukarı çıkınca 100m ileride meydanın solunda 0 232 765muhtar olup genelde öğleden sonra kendisine ulaşmak mümkün. Unutmadan herkangi bir hastalık durumunda ocağa pazartesi çarşamba ve cuma günleri mesai saatlerinde uğrayabilirsiniz 0 232 765ocak.

Biz insanlar farklıyız.

Bu örnekte, sayfayı açan ve okuyan bir insan, hemen aradığı DOĞRU numaraya ulaşabilir. Muhtarın ve sağlık ocağıının numaralarını kolaylıkla ayırt edebilir. Oysa, makinalar için durum farklı. Örneğin arama motorları [Gülbahçe sağlık ocağı telefon numarası] sorgusuna karşılık olarak listeleyeceği bu sayfanın açıklama kısmında (snippet) sizce hangi numarayı gösterecek? Çok büyük olasılıkla:
sağlık ocağından yukarı ... 0 232 765muhtar"


Düzenli bir yazarsanız, veya durumu az çok bilip;
"Gülbahçe Sağlık ocağı telefon numarası : 0232 765ocak" 
gibi ayrı bir paragraf ile içeriği sunarsanız, arama motorlarının da doğru bilgiyi sunma olasılığı artar. Arama motoru açıklama bölümüne güvenen insanlar da, muhtarı değil sağlık ocağını ararlar. Ancak içerik oluşturulurken yazıların her yerinde böyle dikkatli olmak pek mümkün değil.


Sorun nerede?
Buradaki sorunun kaynağı, sayfa düzenlemesi etiketlerinin, içerik hakkında, makinalara çok az bilgi vermesidir. Arama motorlarının elinde, temel olarak bu sayfa düzenlemesi etiketleriyle belirlenmiş harf kümeleri var. Özetle makinalar bizim yazdıklarımızdan pek birşey anlamıyorlar.

Anlamsal Ağ (Semantic web)


Bu harf kümelerinin  (bizim için kelimeler) anlamlandırılması konusunda yıllardır çalışmalar "Anlamsal Ağ" adı altında devam ediyor. Gerek "içeriği sunan" tarafındaki (genelde gönülsüz) yaklaşımlar, gerekse içeriği yorumlayıp listeleyen tarafta (arama motorları) algoritma tabanlı farklı çözüm yöntemleri deneniyor.

Anlamsal Ağ ugulamaları ve arama motorları
Ancak 2008 yılı, ilginç gelişmelere sahne oldu. Yahoo Searchmonkey ilk adımı attı ve Google hemen arkasından konuyla ilgilendiğini gösterdi. RDFa'ya, yani RDF'nin (X)HTML belgelerinde kullanılış biçimine, ve yıllardır anlamlandırma konusunda eksik HTML etiketleri e standart, basit çözümler üzerine çalışan Microformats tanımlama standartlarına, arama motoru desteği duyuruldu.

Evet, biraz fazla soyut oldu. Ama yukarıdaki örneğimiz yine işimizi görecek.

* Muhtarın ve Sağlık Ocağı'nın telefon numaraları için gereken ek tanımları (X)HTML içinde yaparsak, Anlamsal Ağ'a (semantic web) ilk katkımızı sunmuş olacağız. Özetle insanlar için içeriği yazarken, makinalar anlasın diye birkaç ek yapacağız.

Biz neresindeyiz?
Biz, hızlı sonuç almayı hedefleyen, biraz sabırsız ve enerjisini pratik çözümler için harcamayı seven bir milletiz. Şu soruyu duyar gibiyim:

"Doğru telefon numarası arama motoru sayfasında görünürse insanlar sayfamı ziyaret etmeyecekler. Bu durumda nasıl ziyaretçi çekebilirim ki?"
Cevap: Benzer etiketleme yöntemleri, sayfalarınızdaki "ürün fiyatları" veya "ürüne verilmiş kullanıcı puanı" gibi çok etkili alt başlıklar için de mümkün.

Sadece bir sağlık ocağının bilgileriyle ziyaretçi çekmeyi ve reklamdan para kazanmayı hedefliyorsanız, teknolojinin bu yöndeki ilerleyişi sizi uyuma zorlayacak. Kısaca, ileride üzülmemek için, "de facto" olabilecek bu yöndeki gelişmeleri takip etmenizi şiddetle öneririm.

Creative Commons License
RDFa by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Gülbahçe'den Derya Kuzuları


Harala gürele derken baktım da 11 Ağustos'tan beri buraları ihmal ediyorum. Gerçi Emren Yiğit Bey boş zaman bırakmasa da şikayetçi değilim.

Bekleme süreci ve doğum derken "baharı görmeden yaz geldi geçti". Bizim balık işleri de yattı doğal olarak. Balık işleri nedir? Şudur: Burada İzmir Gülbahçe dolaylarında deniz sığdır. Kıyıdan oltayı 30 metre sallasan, yosuna kayaya denk getirmezsen, iki metre derinliğe ancak ulaşırsın. O da yer yer. Beş metre sağa sola gitse olta, yine derinlik bir, bir buçuk metre.

Bunca zorluk ve olumsuzluğa rağmen kıyı balıkçılığı keyifli, bir o kadar da zordur. Kasım geldimi balık derine kaçar, buraları terkeder. Kasım ortasına, havalar iyi giderse sonuna kadar kıyıdan balık yakalamak mümkündür (benim için). Bu sonbaharı da Emren Yiğit Bey'e adayınca, sahile pek inemedim. İndiğim zamanlarda da büyük balık alamadım. En irisi 400gr olmak üzere birkaç çipura (Aurata aurata), birkaç karagöz , ve madya haricinde kullandığım tüm yemlere piranha gibi saldıran sürüyle sarıgöz (ispari / isparoz) yakalayabildiklerim. Burada halk arasında hanoz (çizgili hani, Serranus cabrilla) denilen kolay yakalanan koca ağızlı balıkları da saymadan olmaz.

Emren Yiğit Kavak Aramızda

Uzun bir aradan sonra günceye yazma fırsatı bulabildim. Ama geçerli bir mazeretim var2 Eylül 2009 tarihinde oğlum dünyaya geldi. Eşim Dileğin ve Emren'in sağlıkları iyi.

Kuantum Düşünce Yöntemi, James J. Mapes

James J. Mapes tarafından yazılan Kuantum Düşünce Yöntemi kitabının kapağındaki slogan "İmkansız diye bir şey yoktur!". Kitabın elimdeki birinci baskısı, Kasım 2007'de Yakamoz Yayınları'ndan çıkmış.
Kuantum düşünce yöntemi aslı kitabın ön kapak resmi
Kuantum Düşünce Yöntemi, ilk yüzlü sayfalara gelene kadar vasat bir kişisel gelişim kitabı olarak devam ediyor. Bu ilk kısım, işin aslı, bende hayal kırıklığı yarattı. Belki de kitabın ilk yüz sayfasının, adında geçen "kuantum" ibaresi nedeniyle oluşan beklentilerimi karşılamaktan çok uzak olmasındandır.

İkinci bölümle biraz daha hız kazanan bu garip kitap, sonu gelmez maddeler ve soyut önerilerle bayıltsa da sonlarına doğru sarsıcı alıştırmalar ve somut örneklerle desteklenen tezleri sayesinde ilgi çekici bir hale geliyor.

Kuantum Düşünce Yöntemi, geneline bakarsanız, kendi türünde başarılı bir örnek sayılabilir. Başladığı kitabı yarım bırakmaktan nefret eden biri olarak, defalarca "Bıraksam mı acaba" dedirtmesi nedeniyle de, epey eksi puanı hak ediyor.

Teknik olarak iyi olsa da okunabilirliği düşük bu kitabı, kuantum dünyasının ve kişisel gelişime uygulanışını öğrenmek isteyenlere tavsiye edebilirim. Başlarda biraz sıkılacaksınız ama illaki biter. On üzerinden altı, konuyla ,ilgiliyseniz yedi olarak değerledirmek mümkün.

Özer.


Creative Commons License
Kuantum Düşünce Yönetimi James J. Mapes by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Hangi Hasan?

Yengeç Yürüyüşü - Günter Grass

Günter Grass
tarafından yazılan 1999 Nobel edebiyat ödüllü Yengeç Yürüyüşü adlı bu kitap, Can Yayınları tarafından 2003 yılında basılmış (1.Basım).

Gerek işlediği konu, gerekse üslup ilgi çekici. Antisemitizm, Hitler Almanya'sı ve günümüz Almanyası'nın hikaye ile harmanlanıp karşılaştırıldığı kitap, kişisel değerlendirmeme göre 10 üzerinden 7, biraz sıksam en çok 8 alabiliyor.



Nobel Edebiyat Ödülü'nün esere veriliş sebebi bence açık. Ödüle hak kazananları belirleyenlerin vizyonuna uygun bir misyon edinip, bu doğrultuda ortalamanın üzerinde bir eser yazacaksınız. Yakın geçmişteki Orhan Pamuk örneğini unutmamak gerek. Demek Nobel kriterlerinde, 1999'da da durum çok farklı değilmiş.

Bugün, Dede Korkut olup, o eşsiz hikayeleri ilk defa kağıda dökseniz, Nobel edebiyat ödülünde değerlendirilmeye bile alınmazsınız. Not: Diğer yandan bu durum, bugün büyük edebi eserler üretemiyor olmamızın bahanesi olamaz.

Kitabın başından sonuna kadar isimlere büyük önem atfedilmiş. İkinci dünya savaşının sonlarında, Ruslar tatafından Baltık denizinde batırılan, Alman mültecileri taşıyan geminin adı Willhelm Gustloff. Gemi, ismini antisemitizm ile özdeşleştirilen 1936'da gerçekleşen bir olayın kahramanının adından almış. Bu isim diğer isimler gibi Hitler Almanyası'nda bir sembol. İyi kurgulanmış olaylar, hep bu isimler çevresine örülmüş.

Kitapta beni en çok rahatsız eden konuya gelince: İsimler ile ifade edilenlerin gücünün hissedildiği bir kitapta, geminin ikinci kaptanının (ismi Willhelm Zahn) çok sevdiği köpeğinin adı "HASAN" olarak seçilmiş (1. basım için sayfa 125). Kitapta, sahibi tarafından çok sevilen "Hasan" isimli bu bekçi köpeği, gemi batarken, acı çekmemesi için sahibi tarafından başına kurşun sıkılarak öldürülüyor. İsimler ve temsil ettiği üzücü olaylar üzerine kurulu bir kitapta, bu özel isim seçiminin rastlantı veya dikkatsizlik sonucu olduğuna inanmak güç.

Solingen katliamından (29 Mayıs 1993), neo-naziler ve Almanya'da yaşayan Türk'lerden de bahsedilen kitapta yazarın, bu ismin Türkler taranından çok kullanıldığını bilmediğini varsaymak imkansız. Hasan ismi, sadece Türkiye'de kullanılan bir isim değil. Ayrıca Hz.Muhammed'in öldürülen iki torunlarından birinin isminin "Hasan" olduğunu hatırlatmam gerekiyor.

Peki ne yapmalı? Aynı seviyeden takılıp, bundan sonra köpeklerimize "Willhelm" veya "Günter" isimlerini mi koymalıyız. 17 yaşında iken SS olduğunu 60 yıl sonra itiraf eden bu garip entelektüele az bile. Ancak bu isimler Alman halkı tarafından halen sıkça kullanılıyor. Bu bizlere yakışmaz. Günter Efendi'ye de yakışmamış. Kimbilir, belki de yakışmıştır.

Özer


Creative Commons License
Hangi Hasan (Yengeç Yürüyüşü Günter Grass) by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Bağımsız (Freelance) Çalışmanın Olumsuz Yönleri

Konuyla ilgili daha önce yazdığım yazı: "Bağımsız Çalışma (Freelance)"

Bağımsız (Freelance) çalışmada getiri:
Türkiye koşullarında bağımsız, serbest çalışmanın (freelance) getirisi ilk zamanlar az ve düzensizdir. Fatura kesemiyorsanız, alacaklarınızda sorun yaşayabilirsiniz. Yazılı resmi bir hizmet - bedel akdi (sözleşme) yoksa, işiniz zordur.

Güven:
Müşteriler karşılarında hesap sorabilecekleri kurumsal bir yapı ararlar. Bunun adı hukukta Tüzel Kişi'dir. Karşılarında bir işletme görmek isterler, böylece kendilerini güvende ve rahat hissederler. Size güvenmemelerini kişisel algılamayın. Giyim, kartvizit, web sayfası gibi konuların yanında, ilk fırsatta, resmi olarak işletmenizi kurun.

Bağımsız çalışanlarda Sosyal Güvenlik:
Bağımsız çalışmayı seçenlerin (freelancer) temel sorunlarından biri, sgk primi ödememeleri veya ödeyememeleridir. İhmal, önemsememe veya düşük kazançlar nedeniyle ödenemeyen, takip edilmeyen sosyal güvenlik konuları, gelecekte başınızı ağrıtacaktır.

Disiplin:
İnsanın, zamanı kullanmada başarılı olduğu ve iradesinin güçlü olduğu söylenemez. Eğer evde çalışırken hedeflerinizi, zaman kısıtlarınızı doğru koyamazsanız, nefsinizin kurbanı olabilisiniz. Hem bağımsız çalışmak, hem de güvenilmez olmak kolaydır.

Serbest çalışanlarda vergi:
Serbest çalışanların çoğu, bu işe amatör olarak başladıkları için önceleri vergi mükellefiyetinden kaçarlar. Eğer hizmetlerinin bedelini bir işletmeden gider makbuzu karşılığında alıyorlarsa, stopaj olarak vergileri ödenmiştir. Aksi halde, kazançlarına karşılık, vergi ödemekle mükelleftirler. Genelde kazanılan hemen harcanır, vergi ihmal edilir. Bu durum yasal değildir ve başınıza iş açabilir. Bir işletme adı altında faaliyet yürütememenin bir diğer olumsuz yönü ise masrafların vergiden düşülemeyip, KDV iadesi, teşvik vs. alınamamasıdır.

Ev hali, "Hazır Ayaktasın":
Yaptığınız iş ne olursa olsun başarı için, sorumluluk, ciddiyet, zamanlama ve çok çalışma gereklidir. Evden çalışmanın bir olumsuz yanı da, aile bireylerinin ve çevrenin sürekli evde olduğunuzu bildikleri için çalışmalarınızı ciddiye almamaları, işinizi, işten saymamaları ve bunun doğal sonucu olarak, bazı ek sorumlulukları size yüklemeleri olacaktır. "Nasıl olsa evdesin...", "ben izin alamam, şuraya bir uğra da ... ilgileniver." gibi cümleler sıkça canınızı sıkacaktır. Buna ben "hazır ayaktasın" durumu diyorum. Bu durumu engellemenin tek yolu, yaptığınız işi ciddiye almanız ve bunu çevreizdekilere ifade etmenizdir. Emin olun, çalıştığınıza kolay ikna olmayacaklardır.

Ruh ve beden sağlığı:
Özgür çalışma saatleri kulağa hoş gelir. İyi bir planlama yapılmazsa, alınan işlerin zaman kısıtlarına uyabilmek için stresli, uykusuz, bol kahveli geceler sizleri bekler. "Ben bu durumu seviyorum" deseniz bile, otuzlu veya kırklı yaşlarda ortaya çıkmaya başlayacak olumsuz etkilerine şimdiden hazır olmanız gerekir.

Özer


Creative Commons License
Freelance çalışmanın olumsuz yönleri by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Gobustan kaya resimleri

Gobustan kaya resmi örneği: çiftçi kadınlar ve evcil bütükbaş hayvan
Gönül bağı

Sayfanın sağ üstündeki resim ve sağdaki başlıkların önünde gördüğünüz insan figürü, atalarımıza ait Gobustan kaya resimlerinden örnekler.

Günümüzden 5.000 - 40.000 yıl öncesine ait bu kaya resimleri Azerbaycan'da Bakü'ye 60km mesafede bulunan Gobustan milli parkında bulunuyor. UNESCO tarafından dünya kültür mirası kapsımına alınmış bu tarihi hazineyi bir gün ziyaret etmeyi umuyorum.


Kırk bin yıl pek bir şey ifade etmeyebilir. Oysa Hz.Muhammed yaklaşık 1400 yıl önce, Hz.İsa ise sadece 2000 yıl önce yaşadı. Mısır firavunları 4.000 yıl kadar önce hüküm sürüyordu. Buzul çağı, sadece 10.000 yıl önce sona erdi. Dolayısıyla 40.000 yıl öncesi, insanlığın taş devrini yaşadığı çağdır. O çağdan kalan her eser insanlık için çok değerlidir. Hele bir de bu eserler bizim atalarımıza ait ise.

Bu çizim, süreci görselleştirmekte yararlı olabilir. Görüldüğü gibi Milattan önce 38.000'de başlamış çizimler. Buz devri bitmiş, İnsanlık yontma taş devrine geçmiş, sonunda insanlık yazıya geçmiş.

Yıllarca, göçebe, barbar gibi ifadelerle önyargılı tarih bilimcilerinin kaleminden, tüm doğu toplumlarını aşağılayan batılılara en güzel cevap Azerbaycan'da kayalar üzerinde 40.000 yıldır duruyor.

Bu insanlar, kendi çevreleriyle ve gelecek kuşaklarla iletişim için bu çizimleri kayalara resmettiler. Kayalara çizerek başlattıkları iletişim, yazının bulunmasıyla hızlanarak devam etti. Bugünkü teknolojimizi bu isimsiz sanatçılara borçluyuz.

Ne biliyoruz ki

Ne ... biliyoruz ki?

Orjinal Adı: What Bleep Do We Know?
Kitabın ilerleyen bölümlerinde belirtildiği üzere projenin asıl adı "Ne bok biliyoruz ki?". Filmini kaçırmışım. Geçen beş yıl için büyük kayıp. O yıllarda (2004) Kıbrıs'ta yoğun çalışıyordum. Yakın tarih konusundaki eksikliğimi kitaplarla tamamlamaya uğraşırken bu konuları epey ihmal etmişim.

Aslında eser, bir film ve bir kitap olmak üzere iki parçadan oluşuyor. Kitap daha kapsamlı anlatım ve örnekler içeriyor. Bu arada film ve kitaptaki örnekler farklı. Karayip yerlileri örneği sadece filmde yer alırken, karayollarına zorunlu iniş yapan küçük uçaklara çarpan sürücüler örneği sadece kitapta var.

Bilime ve felsefeye ilgi duyuyorsanız kesinlikle kaçırılmaması gereken bir yapıt.

Vardıkları sonuçlara katılma zorunluluğuz yok. Ama yaklaşım, içerdiği bilgi ve karmaşık bilimsel ve felsefi konuları sunuş tarzıyla beni epeyce etkiledi. Bilimsel açıdan bakıldığında, bilim çevrelerinin nerede oldukları konusunda da çarpıcı mesajlar veriyor.

Kuantum bilgisayarlar, Kuantum beyin, Kuantum başarı gibi onlarca örneğini duyduğumuz benzetimlerin aslında kuantum fiziğinden etkilenen yaklaşımlar olduğunu biliyoruz. Peki kuantum parçacıkların akıl almaz dünyası ile ilgili ne biliyoruz?

Madur olmak, şanssız, bahtsız, kısmetsiz, kader kurbanı olmak... Bunu engellenmek mümkün mü? Önyargılı bilim insanlarının tanımladığı gibi sadece rastlantısal olarak ortaya çıkmış biyo-kimyasal bir çorbanın sonucu muyuz? Peki ya Bilinç, yaşam, can, ruh? Plasebo etkisi, Niyetin buz kristallerine etkisi, ateşin ve suyun üzerinde yürüme... ? Beyninizde çakan bir şimşeği, aklınıza gelen düşünceyi bilim açıklayabiliyor mu? Yoksa mekanizma Atom Altı parçacıkların sistemiyle mi çalışıyor? Eğer öyle ise, Kuantum mekaniğinin diğer özelliklerini de taşıyor olmamız gerekmez mi? Eğer itaşıyorsak, Kuantum parçacıkları gibi aynı anda birden çok yerde olabilir miyiz (en azından bilinç)? Evrende herhangi diğer bir parçayla iletişim kurabilirmiyiz, etkileyebilir miyiz? Gözlemci miyiz? Nihai Gözlemci kim?

Önerim, önce filmin tamamını izlemeniz ve ilginizi çekerse, kitabını edinerek okumanız.

Kitap İnkılap'tan 2008'de çıkmış.
Film ise 2004 yapımı.


Karmaşıklık-4

Karmaşıklık-4, İşler Karmaşıklaşıyor.

Konunun ilk yazısı: Karmaşıklığa Giriş, Isınma Turları.
Bir önceki yazı: Karmaşıklık-3, Düzen Nereye Kadar?


Burada örneklerden yola çıkarak durumu inceleyelim. İster bir siyasi parti, ister bir tepsi, ister bir borsa, ister bir göl, isterse tüm dünya atmosferi olsun, dıştan gelen, taşıyabildiği, sürekli minik etkilere maruz kalır ve çevresiyle etkileşim içindedir. Minik pirinç heyelanları, gölün sularının daha hızlı emildiği topraklara kadar genişlemesi ve orada gelişimin kısmen durması, beş yıldır sigara içenin sağlığını koruması gibi.

Tüm bunlar düzen içinde varlığını sürdüren sistemlere örneklerdir. Sistem, düzeni bozacak büyük bir etkiye maruz kalmamıştır veya etkilerin toplamı, düzenin bozulacağı eşiğe henüz ulaşmamıştır. Sisteme içeriden bakıldığında herşey yolundadır. Ufak tefek sorunlar çıkmakta ama genel yapıda farkına varılır değişikliklere yol açmadan çözülmektedir. Küresel kriz öncesini anımsatıyor değil mi?

Tanımladığımız sistemler, dış etkilerle değişerek düzeni korumaya devam ederler. Şimdiye kadar dört konu üzerinde durduk.
  • Küçük parçaların veya etkilerin öngörülemezliği, hesap edilemezliği.
  • Bilimin tek tek etkileri hesaplayamasa dahi, hesaplayabildiği en küçük değişkene kadar inmeye çalışması. Aslında sonunda, atom altı parçacıkların öngörülemez doğasına, Kuantum Fiziği'ne gelip çatması, ancak konumuz (şimdilik) bu değil.
  • Öngörüler için geçmiş tecrübe ve verilerin yorumlanarak nasıl kullanıldığı.
  • Sistemlerin az veya çok dış etkilere dayanıp, değişerek uyum gösterdikleri, yükü taşıyabildikleri sürece DÜZEN'i korudukları.

Bundan sonra kaos ve düzen arasındaki o ince çizgiye, eşiğe bakacağız.
Creative Commons License
Karmasiklik-4, isler karmasiklasiyor by Ozer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

az gittim

Ortalıklarda görünmediğime bakmayın. Bomba gibi konularla geliyorum.

İşte fırındakiler:

Ne ... Biliyoruz ki? (Kitap + film)
Karmaşıklık M. Waldrop (Kitap)
Lidaki ve ispari körfezde.
Bu ne böceği?
Yol Ayrımı Kemal Tahir (Kitap)
Çam fıstığı.

Özer

Hyla arborea - Agaç Kurbağası

Hyla arborea (Ağaç Kurbağası)

Bugün İzmir, Urla, Gülbahçe'de bir Kocaelispor'lu buldum!Hyla arborea Agaç Kurbagasi resmi 1
Latince adı Hyla arborea, İngilizcede "Common tree frog", Türkçe'de Ağaç Kurbağası olarak biliniyor. Konuşma dilinde ise genelde "ağaç kurbası" olarak telaffuz ediliyor.

Bilim ve teknik web sitesi, Ağaç Kurbağası Sayfası'nda yazdığına göre, yanlışlıkla yenmesi halinde, bir ineği öldürebilecek kadar zehirli. Yanlışılıkla yeme ihtimalimiz düşük ancak, parlak, yeşil derisinden salgıladığı zehirli sıvıya temas halinde, ince deride acıya neden oluyormuş.

Ayrıca, böcek, örümcek ve eklembacaklıları yiyerek beslenen bu kurbağa türü, 5 santimetreye kadar uzayabiliyormuş.

Her ne kadar benim fotoğrafını çektiğim bu bebek ağaç kurbağası 2 santimetre boyunda ve biraz çelimsiz olsa da, 22 yıl yaşayabildiğini okuyunca epey şaşırdım.
Hyla arborea Agaç Kurbagasi resmi 2
Bu minyatür ağaç kurbağası, biraz daha büyürse, ve bir de tabi erkekse, çenesinin altında kıpır kıpır olan ses kesesi ile, 1 kilometre uzaktan duyulabilen bir ses (vıraklama daha doğru olacak sanırım) çıkartabiliyormuş.

Ağaç Kurbağası yavrularında "karın (alt bölge), altın sarısı olur" diyor Bilim Teknik. Kısmen haklı. Bizimkisinde altın sarısı karın renginı doğrulamakla beraber, iç organlarının da yarı şeffaf deriden gözüktüğünü eklemem gerek. İnceden bir edepsizlik, bir vurdumduymazlık yok değil.

Parlak yeşil derisiyle, karnından gözünü sürme gibi katederek burnuna kadar gelen siyah çizgisiyle doğuştan Kocaelispor'lu.

İyi bir fotoğraf makinesi ile zıplayıp otların arasında görünmez olmaya çalışırken de görüntülemek isterdim.



Creative Commons License
Ağaç Kurbağası by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Bağımsız Çalışma (Freelance)

Bağımsız, Serbest Çalışma, "Freelance"
Bir süredir bağımsız çalışma (freelance) ile ilgili sorularla karşılaşıyorum. Kimi, bağımsız çalışama için "yaşam tarzı" diyor. Kimi işi abartıp, bağımsız çalışanlara (freelancer) "yeni bir yaşam formu" tanımlamasını yakıştırıyor.Aslında hiçbiri. Zorluklarına katlanıp, rahatlıklarını yaşayabilmek koşuluyla herhangi bir ofis işinden çok da farklı değil.

Serbest çalışma tarzından (freelance) iyi gelir bekliyorsanız düzenli, planlı çalışmanız ve nefsinize hakim olmanız gerekiyor. Özlü bir biçimde ifade etmek gerekirse, "Freelance yan gelip yatmak değildir".

Türkiye koşullarında, bağımsız çalışma ile bir adrese (kendi işletmeniz olabilir) ve/veya bir işverene bağlı çalışma arasında aslında pek de fark yok.

Her üçünde de
* Genelde verdiğiniz emeğin tam karşılığını alamazsınız.
* Hakettiğiniz paranızı alamama, dolandırılma ihtimaliniz vardır.
* Emeğiniz ve yaptıklarınız genelde takdir eilmez.

Buraya bir not düşmek gerekiyor. "genelde" ifadesini kullanma nedenim, istisnaların olması. Ancak "O" istisnaların bile özel hayatlarında aynı konulardan şikayetçi olduklarını gördüm.

Bağımsız çalışma öncelikle kimlere önerilir.
* Sabit bir gelir ile temel ihtiyaçlarınızı karşılayabiliyorsanız,
* Çalışma gücü, azmi taşıyıp yeterli zamanı ayırabilecekseniz,
* İnatçı, disiplinli, çalışkan olup, aynı zamanda ilk zamanlar düşük getirilere rağmen motivasyonunumu kaybetmem diyorsanız, durduğunuz kabahat. "Ne yapabilirim?" diye düşünme zamanı gelmiştir.

Not: Freelance çalışmanın olumsuz yönleri hakkındaki yazı.


Creative Commons License
Serbest çalışma - freelance by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Yaratıcı Zekanın Gücü - Tony Buzan

Pek çok kişisel gelişim kitabı fazlasıyla iddialıdır. Ticari kaygılarla yazıldıkları için bol bol gaz verirler. İçerikleri genelde boştur. Uygulanabilirliği zor öneriler içerirler. Çeviri olanlarında batı kültürüne göndermeler yapılır, doğal olarak bize çok yabancı örnekler verilir.

Oysa "Yaratıcı Zekanın Gücü" adlı bu kitap, hızlı okunabiliyor. Sayfa sayısı az, hap gibi. Her konu uzun uzadıya anlatılmamış. Yüzlerce madde, onlarca tanım içermiyor.

Beynin çalışma biçimini bilim açıkladıkça, psikolojimizi bozmadan(!), insanlık değerlerimizi kaybetmeden, yaratıcı yönümüzü nasıl geliştiririz diye düşünülüp yazılmış.

Doğru bildiğimiz eğitim ve öğretim yöntemleriyle farkında olmadan baskıladığımız yaratıcı düşünme yeteneğimizi yeniden nasıl ortaya çıkarabiliriz sorusuna cevaplar aranmış.

Yazarın dikkate değer alıştırma önerileri var. "Ben Cin ali bile çizemem" diyen arkadaşlara kesinlikle tavsiye ederim.

Yaratıcılığı ortaya çıkarmanın yöntemlerinı tartışırken "taklit" yoluyla öğrenme ile ilgili ilginç tespitler var. Bir bebeğin konuşmayı öğrenene kadar, anlamlı cümleler kurana kadar, aylarca, hatta yıllarca çevresindekileri taklit ettiğini biliyoruz. Yunus Emre, Türk edebiyatının en güzel eserlerini verdiği Türkçe'yi, farklı, mucizevi bir yöntemle öğrenmedi.

Tarihe damgasına vurmuş sanatçıların, buluşları ile dünyaya katkıda bulunan bilim insanlarının da durumunun farklı olmadığı anlatılılıyor. Tıpkı fikirleriyle 3500 karalama defteri dolduran Edison ve çoçukluğundan beri günde 10-18 saat arası çalışan Johann Sebastian Bach gibi.

Tony Buzan'ın 2001 yılında yurtdışında çıkan bu kitabını dilimize Beyhan Kurt çevirmiş. İlk baskı Temmuz 2003, elimdeki ikinci baskı ise Epsilon Yayıncılık'tan Ağustos 2003'te çıkmış. Pek tarzım olmadığı ve bilimsel dayanakları biraz belirsiz kaldığı için, on üzerinden altı ile değerlendirdim. Biri çıkar da: "Bilimsel makale oku o zaman" derse şişerim.

Deep Purple



Bazılarımız Deep Purple'ın sadece adını duydu. Kimimiz sadece "Smoke on the water" gibi çok duyulmuş şarkılarını bilir.

Bu video 1969 yılında grubun Londra Kraliyet Flarmoni Orkestrası'yla verdiği konser ile, 1999 konserinin katıştırılmış hali.

Deep Purple'ı hiç böyle izlemeyenler için ilginç, bilenler için ise gülümsetecek bir video. Hazırlayan arkadaşın geçişlerdeki ufak tefek kusurlarını da hoşgörün.

İzleyince paylaşmadan edemedim.

Nobetçi Yazılar - Nihat Genç

İYTE kütüphanesinden alıp okuduğum bu kitabı yazmadan olmaz.

Nihat Genç'in Leman dergisindeki yazılarından derlenmiş "Nöbetçi Yazılar" adlı kitabı, Ağustos 2004'te Cadde Yayınları'ndan çıkmış.

Toplam yirmi üç denemenin yer aldığı 388 sayfalık kitabın, Karagöz, Ortaoyunu ve Nasreddin Hoca'nın incelendiği denemeleri özellikle çok etkileyici.

Sert ve ısıran üslubu konusunda da, Nihat Genç'i hiç okumamış olanları uyarmak gerek.

Kaçırılmaması gereken bir kitap. On üzerinden dokuz veriyorum.

Özer

Hodri Meydan

Bugün okuduğum bir yazı beni yıllar öncesine götürdü. Beş veya altı yaşındaydım. Dayım beni Kocaelispor maçına, İsmetpaşa Stadı'na götürmüştü. İlk maç, ilk tribün deneyimi. Küfür eden amcalara şaşırmıştım. Anlayamamıştım. Biraz da utanmıştım.

Şifayı o gün kaptım. Bir daha da iflah olmadım. Yaş otuz altı oldu, hala aynı renklerin peşindeyim. Sadece Kocaelispor. İkinci bir takım hiç olmadı benim için.

Yurt dışında ve Kocaeli dışında yaşadığım yıllar boyunca şunu hissettim. İnsanlar, içten içe, sadece memleketinin takımını tutanlara özeniyorlar. Kendi yapamadıklarından mıdır bilinmez, saygı duyuyorlar ve bunu ifade ediyorlar.

İş yerinde, sosyal hayatta, tanıştığım insanlar, "Sadece Kocaelisporlu" olduğumu öğrendiklerinde hem şaşırıyor, hem de bunu unutmuyorlar.
Tribün ve taraftarlık demişken, Kocaeli'de yaşadığım yıllarda fiilen içinde bulunduğum Hodri Meydan'dan bahsetmeden geçmek olmaz. Seksenlerin sonunda bir deplasman otobüsünde, Uğur Dündar'ın Programından esinlenerek bu ad konulmuş. İsyanın, dik duruşun simgesi haline gelmiş.

Bey'in karşısına dikilen Köroğlu neyse, İstanbul'un karşısına dikilen, Anadolu'nun yiğitleri olmuş Hodri Meydan.

Özer

KKTC 2009 seçim sonuçları

KKTC 2009 seçim sonuçları

2000-2006 arası KKTC'de çalışmış biri olarak Kıbrıs'lıları yakından tanıma fırsatı buldum.

O yıllarda bir karnaval havasında geçen seçimlerde "böyle gitmiyor, AB'ye gireceğiz, ambargolar kalkacak, Annan Planına evet=Yes be annem" gibi sloganlarla CTP'yi yönetime getirdi halk. Açılıma zorlanan AKP'de bu duruma tabanına rağmen, biraz gönüllü biraz gönülsüz destek verdi.

O yıllarda Türkiye'deki ulusal medyacıklar, seçim sonuçlarını, bundan sonra olabilecekleri haftalarca gündemde tuttu. Ne de olsa Türkiye açılım yönünde adımlar atmıştı. AB, Türkiye'nin önüne koyduğu "Kıbrıs'ı çözün" koşulu karşılığında AKP, isteyerek veya istemeyerek tavizler vermiş, en azından tavizler verebilecek CTP'nin başa gelmesine engel olmamış, hatta destek olmuştu.

Geçen yıllar içinde Kıbrıs Türk Halkı, yeni durumdan da memnun kalmadı. AB ve AB'nin savunuculuğunu yapanların vaadettiklerinin neredeyse hiçbiri gerçekleşmedi.

Bu kadar hikaye yeter.

Kıbrıs halkının eğitim düzeyine hep saygı duydum, eğlenceli demokrasi yaklaşımlarını ve sıcak tavırlarını hep keyifle izledim. CTP, bir karnaval ile kazanmıştı. Biraz kandırmacanın dahil edildiği o yıllardaki sonuçları demokrasinin gücü olarak yorumladım. Biraz kandırmaca ve pembe tablolar her seçimde oluyor.

Yanılmamışım.

Bugünlerde ne oluyor?

Aynı Kıbrıs Halkı, AB'nin yapmadıklarına, CTP'nin vaadedip yapamadıklarına tepkisini koydu. "Böyle de olmuyor" dedi. Peki bizim ulusal medyacıklar ne yapıyor? Sadece altyazı geçiyor. Ya bundan sonra olacaklarla ilgili haftalarca sürecek tartışmalar, yorumlar, analizler? Sınıfta kaldınız medyacıklar. O da demokrasi, bu da demokrasi... Kıbrıs'a olan ilginizi birden niye kaybetiniz?

Analizin kralını ben yapayım.
*Kıbrıs Halkı, yalana, dolana kandırmacaya postasını koydu.
*Tepkisini hızlı ve demokratik şekilde gösterdi.
*Kıbrıs halkı AKP'ye AB'ye karşı kullanacağı muhteşem bir koz verdi.

Nedir bu koz?
Bu halk, AB'ye alacağız ve ambargolar kalkacak diyen, ama gereğini yapmayanların, o günlerde desteklediği CTP'yi muhalefete itti. AB'ye "hikaye anlatma" dedi.

Türkiye (AKP hükümeti) bu durumu çok net bir şekilde kullanabilir. "KKTC haklı sizin yöntemlerinizi beğenmedi." diyebilir. Hiç ezilip büzülmeden delikanlı gibi:

"Biz elimizden geleni yaptık, öngörülen açılımları da yaptık, ama siz söz veriklerinizi yapmadınız. Demokrasi dediniz, CTP seçimle geldi, seçimle gitti, demokrasi işledi. Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunda masadan, ya Kıbrıs dosyasını kaldırın, ya da ambargoları kaldırın."
demelidir.

Yüzlerce uzmana, analiste yorumcuya ne oldu? Neredeler? Daha ağır sorayım, kime çalışıyorsunuz?

Özer

Creative Commons License
KKTC 2009 seçim sonuçları by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Karmaşıklık-3

Karmaşıklık - 3
Düzen nereye kadar?

Konunun ilk yazısı: Karmaşıklığa giriş: ısınma turları .
Bir önceki yazı: Düzen.

Biraz başa dönelim. Tepsimiz boş. Bu durağan bir sistem. Sistemin bu hali düzen olarak tanımlanabilir. Tıpkı Dağlarla çevrili bir çukur gibi. Tıpkı insansız bir ülke gibi. Tıpkı sigara içmemiş bir insanın ciğerleri gibi. Tıpkı -20C sıcaklıktaki altıgen bir kar kristali gibi. Düzen sıkıcıdır, durağandır (Aslında pek öyle değil). Düzen durumundaki her sistem sürekli küçük veya büyük etkilere maruz kalır. Tepki verir.

Büyük etkilerin yıkıcı sonuçları olabileceğini biliyoruz. Örneğin 65 milyon yıl kadar önce, dünyamıza çarpan bir meteor, dinazorların sonunu getirdi. Ardına memelilerin egemen olduğu yeni bir düzen kuruldu. Bugün ABD yapımı felaket filimleri, hayatın sonunu getirebilecek büyüklükte yıkımlara neden olan etkileri konu alıyor. Konumuz dünyayı ikiye ayıracak büyüklükte etkiler değil. Aksine, ihmal edilebilecek etkilerin düzen durumunda gözüken sistemleri nasıl kaosa sürüklediği.

Her sistemin taşıyabileceği bir yük var. Ve dısarıdan gelen her etki, sistemi biraz olsun değiştiriyor. Biz de artık deneyimizi başlatalım. Her bir pirinç tanesi bir saniye aralıkla tepsinin tam ortasına bırakan düzeneğimiz çalışsın. Önce birkaç pirinç tanesinin tepside rastgele dağıldığını, sonra yavaş yavaş tepside boş yerlerin azaldığını, biraz daha sonra ortada bir birikim ve tepecik oluşumunu gözlemleyeceğiz.

Peki aslında ne oluyor? Halen düşen bir sonraki pirinç tanesinin ne tarafa doğru sıçrayacağını bilmiyoruz. Ancak öngördüğümüz gibi pirinçler ortada küçük bir tepe oluşturuyorlar.

İşte burada sistem, taşıyabileceği (düzeni koruyabileceği) etkilere maruz kalıyor ve sistem düzen durumunda, minik değişikliklerle varlığını sürdürüyor. Ahmet'in ezdiği çeltiğe veya ağaca rağmen, belki son düşen bir pirinç tanesi, birkaçını iterek kaydırıyor. Minik bir hareketlenmeden sonra sistem tekrar kararlı ve düzen içinde.

Birkaç örneği işin içine katarak konuyu genişletelim. Birkaç adet sigara içmiş veya birkaç ay, hatta birkaç yıl sigara içmiş birinin akciğerinde olanlar (bir kısmının uzaklaştırılmasına rağmen, akciğerde katran birikmesi) veya dağlarla çevrili çukurumuza yağmur yağması ve bir gölcük oluşması gibi.

İşte tarih boyunca bilim, hesaplayamadıklarını ihmal ederek veya sabit değerler olarak kabul ederek, hep yukarıda bahsettiğimz DÜZEN varmış ve sonsuza kadar varlığını sürdürecekmiş gibi öngörerek günümüze kadar geldi.

Ama geliştirdikleri formüller her nasıl oluyorsa bir noktadan sonra işlemez hale geliyordu. Nerede yanlış yaptıklarına bakıp güncelledikleri formüller, hesaba kattıkları artan sayıdaki değişkenlere rağmen, gerçek hayatta bir noktadan sonra işlemez hale geliyordu.

Bir sonraki yazı: Karmaşıklık-4, İşler Karmaşıklaşıyor

Özer


Creative Commons License
Karmaşıklık-3 by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Karmaşıklık-2

Karmaşıklık-2 Düzen.

Birbirini takip eden Karmaşıklık ile ilgili yazıların ikincisi.
Konunun tamamı için Karmaşıklık - 1, Isınma turları adlı yazıyı okuyun.

Biri size derse ki, Pekin'de bir kelebek kanat çırptı ve bu kanat çırpışın ortaya çıkardığı hava akımı, tetiklediği zincirleme hareketler, katlanarak büyüdü ve bu olaylar zinciri bir kasırgaya dönüşerek, Amerika Birleşik Devletleri'nin kıyılarını vurarak can ve mal kaybına neden oldu. Bu mümkündür. Buna Kelebek Etkisi diyoruz.
Kelebek Resmi
Bir önceki yazımızdaki örneğimize uyarlarsak, ikinci pirincin B yönüne sıçramasına sebep olan bir çocuğun köpek sevgisidir.
Dünya üzerinde her yıl binlerce şiddetli fırtına, onlarca kasırga oluşuyor. Tam olarak nerede oluşacaklarını, ne zaman oluşacaklarını hesaplayabilmemiz olanaksız. Ama oluşacaklarını biliyoruz. Yıllar boyunca neler olduğunun kayıtlarını tutup, yılda kaç tane, kaç yılda bir çok güçlü kasırgaların oluştuğunun kaydını tutuyoruz.

Öngörülerimizi bu kaydını tuttuğumuz bilgiler doğrultusunda yapıyoruz. Bu konuda istatistik biliminden yararlanıyoruz. Tıpkı hükümetlerin bütçe yaparken, gelecek yıla ait işsizliği hesaplarken, yatırımcıların borsa analizi yaparken, ilaç geliştiricilerin hayvan veya insan deneyleri yaparken yaptıkları gibi.

Geleceği tahmin etmek için geçmiş verileri yorumluyoruz. Elimizde geçmişe ait veri yoksa, deneyler yaparak, deney yapamıyorsak benzetim (simülasyon) ile veriler üretiyoruz.

Kısacası bilim, elindeki hesaplama imkanlar kısıtlı olduğu için bir tek pirinç tanesinin nereye sıçrayabileceğini öngöremezken, on bininci pirinç tanesi düştüğünde, tepside bir pirinç tepeciği oluşacağını öngörebiliyor.

Şimdi başa dönelim. Tepsimiz boş. Bu durağan bir sistem. Sistemin bu hali DÜZEN olarak tanımlanabilir. Tıpkı Dağlarla çevrili bir çukur gibi. Tıpkı insansız bir ülke gibi. Tıpkı sigara içmemiş bir insanın ciğerleri gibi. Tıpkı -20C sıcaklıktaki altıgen bir kar kristali gibi.

Karmaşıklık konusunda bundan sonra sıkça bahsedeceğimiz "Düzen" kavramının bir yönünü kavradık.

Devamı için: Karmaşıklık 3: Düzen nereye kadar?

Özer

Creative Commons License
Karmaşıklık-2 by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Share Alike 3.0 Unported License.

Karmaşıklık-1

Kamaşıklık-1 Isınma Turları.

Konuya tanımlar yerine bir örnek vererek başlamak daha doğru. Boş bir yuvarlak tepsi (davul fırınlarda kullanılan börek tepsisi) düşünün. Bir çuval da pirincimiz olsun. Pirinç tanelerini 30-40 cm yukarıdan tepsinin tam ortasına teker teker bırakan bir düzenek kuralım. İlk pirinç tanesi bırakıldığında tepsiye çarpıp hangi yöne gider?

İşte bu sorunun cevabını bugünkü teknolojiyle veremiyoruz.
  • Tepsiye kadar geçen düşme süresince pirincin havadaki moleküllerle etkileşimi,
  • Çarpma anında hangi yüzeyinin tepsiye çarptığı,
  • Tepsinin ve pirincin moleküler ve atom düzeyindeki dizilişi.
  • Gözlemcinin seçimleri (bilinç). Not:Bu yazılarda kuantum konusuna girilmeyecek.
Daha aklımıza gelmeyecek pek çok unsur, pirinç tanelerinin sıçrayacağı yönü etkiler. Deneyin, 10 tane pirinci aynı yükseklikten düz bir yüzeye bırakın. Bu belirsizlik, günümüzün teknolojisinin seviyesi ve bilimin yöntemlerinden kaynaklanmaktadır.

İlk iki pirinç, tepside herhangi bir yöne gidebilir. Bu yönü etkileyebilecek iki olası senaryo yazalım.
Senaryo 1: Çeltik büyürken bir ağacın arkasındaydı ve yeterince güneş göremedi. Az güneş ve bol su ile beslendi. Tanemiz daha silindirik gelişti. Uçları sivri olmadı ve tepside A yönüne doğru sıçradı.
Senaryo 2: Meriç kıyısında küçük Ahmet, tarlada bir yavru köpeği sevmek için dizleri üzerine çöktü ve bir çeltiği ezdi. Ezilen bitki ölmedi ama gövde, su ve besinleri tanesine tam iletemedi, ikinci pirinç tanemiz ince, cılız ve sivri olarak gelişti. Tepsiye çarptığında B yönüne doğru sıçradı.
tepside iki farklı yöne zıplayan iki pirinç taneleri resmi

İşte biri size derse ki, Pekin'de bir kelebek kanat çırptı ve bu kanat çırpışın ortaya çıkardığı hava akımı, tetiklediği zincirleme hareketler, katlanarak büyüdü ve bu olaylar zinciri bir kasırgaya dönüşerek, Amerika Birleşik Devletleri'nin kıyılarını vurarak can ve mal kaybına neden oldu. Bu mümkündür. Buna Kelebek Etkisi diyoruz.

Örneğimize uyarlarsak, ikinci pirincin B yönüne sıçramasına sebep olan bir çocuğun köpek sevgisidir.

Isınma turları bitmek üzere.
Karmaşıklık konusunun devamı için, Karmaşıklık-2 Düzen yazısını okuyabilirsiniz.

Son düzenleme 14 Nisan 2009.

Özer

Creative Commons License
Karmaşıklık-1 by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Helikopter nasıl bulunabilirdi?

Herkesin aklındadır şu soru: BBP lideri Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun da içinde bulunduğu helikopterin enkazı, çalışan veya pili bitmiş telefonlara rağmen niye bulunamadı?

Çünkü tek baz istasyonu vardı. Tüm yetkililer telefon sinyallerini alabildiklerini ancak tek baz istasyonuyla yer tespiti yapılamayacağından bahsettiler.

Baz istasyonları telefonla aralarındaki mesafeyi ölçebilirler. Yer tespitinde tek başlarına başka bir işlevleri yoktur.

Tek istasyon demek, aranacak bir çember demektir. Baz istasyonu ile telefon arası ölçülen mesafe 20 km olsun. Enkaz da X noktasında bulunsun.
Bu çemberin geniş olması çevredeki engebeden sinyalin yansıması nedeniyledir. Engel yoksa, sinyal gönderen cihaz, en fazla 20 km çapında bir dairenin dış yüzeyindeki herhangi bir yerdedir. Engel varsa, Bu çemberi içe doğru genişletmek gerekir. Sonuç: Enkaz koyu gri çemberde herhangi bir yerdedir. (kırık çizgilerin toplamı 20 km)

Buraya kadar anlattıklarım, yaşanmış olan kurtarma süreci ve aramaların yapıldığı yerlerin yanlış olabileceğini kanıtlar. Tek baz istasyonlu durumlar için normal olan budur. Enkaz bu yüzden bulunamamıştır. Bir politikacı veya bir vali, geometri veya dalgaların nasıl yayıldığını bilmeyebilir (lise 1-2-3 matematik ve fizik dersleri bu bilgi için yeterlidir).

Ancak iyi bir yönetici, ikinci veya üçüncü baz istasyonunun gerekip gerekmeyeceğini, kime nasıl taşıtıp kurdurabileceğini bilmesi, öğrenebilmesi, birkaç telefonla cevaba ulaşabilmesi gerekirdi.
İkinci istasyonu ise bölgede, kuleye gerek olmadan, elektrik olan herhangi yol üzerinde açıklık bir yere kurup sinyali 30km mesafede yakalayana kadar beş kez söküp tekrar kurduğumuzu farz edelim. (bir davul büyüklüğünde kardan etkilenmeyen bir cihaz) Şekilden görüleceği üzere arama yapılacak yerler %80-%90 oranında azaldı. Yani artık enkazı, iki çemberin kesiştiği iki koyu renkli bölgede aramamız gerekiyor. Not: Sinyallerin havada nasıl yayıldığını bilenler, ikinci istasyonun yerinin herhangi bir yer olabileceğini anlamışlardır. İşlem şudur: Cihazı taşı, sinyal alamazsan diğer istasyon etrafında dönerek denemeye devam et.

Bu şablonu bir harita üzerine çizerek ve ikinci baz istasyonunun yeri değiştirilerek, üçüncü istasyona gerek kalmadan yer tespiti yapılabilecek olsa da, biz işimizi garantiye alıp üçüncü istasyonu kuralım.
Üçüncü istasyon da 2-3 denemeden sonra sinyali 25 km mesafeden yakalasın.

Şekilde görüleceği üzere, üç kalın çemberin kesişim noktası, yani enkazı aramanız gereken yer, birkaç yüz metre sapmayla net olarak bulunabilir. Bunun için lise matematiği ve lise fizik bilgisi yeterlidir.

Mühendislik bilgisi ne zaman gereklidir?
1) Baz istasyonu kurulumu sırasında. (Bizim televizyonlarımız gece yarısı, birkaç saatte şehrin göbeğine kurulumu yapılıp, sabah karşılaştığımız istasyon haberlerini defalarca vermedi mi?)

2) Gri, kalın çemberlerin ne kadar kalın olması gerektiği konusunda hesaplamalar yapmak için. (Aranacak alanı küçültmek için.)

Bir işletme mezunu olarak ben, burada yönetim ve yönlendirme eksikliğini,
Altı yıl amatör ferdi sporcu olarak dağcılık yapmış biri olarak, arama kurtarma faaliyetleri için gereken donanımlı ve tecrübeli personel eksikliğini,
Teknoloji ile uğraşlan biri olarak bilgi ve ilgi eksikliğini bariz bir şekilde görüyorum.

Peki ne yapılmalıydı?
1)Durumun başındaki kişi (vali / bakan), derhal tek istasyonla enkaz bulunamıyorsa, ikinci ve üçüncü mobil veya sabit istasyonları gerekirse başka bir bölgeden söktürüp kurdurmalıydı. Bu, yetkisi olan biri için zor bir iş değil.
2)Donanımsız 2000-3000 asker, köylü ve korucuyu dağlara salmak yerine, donanımlı 7-10'ar kişilik 10-15 ekip yeterliydi. (Donanımdan kastım, kar altında -15'te geceleyebilecek donanımdır.)

Bir meclis araştırması yapılacaksa, bir baz istasyonu ne kadar zamanda bir şehirden sökülüp bir araçla olay yerine yakın bir bölgeye kurulur, bunu, bu işi yapanlara sorulup, gerçekte yetkililerin izledikleri adımlar sorgulanmalıdır.

Bir vatandaş olarak zayıf yanımızın işbilmezlik, bürokrasi ve "bir şekilde hallederiz" zihniyeti olduğunu düşünüyorum. Devlette, özel sektörde ve tüm yaşamımızda durumumuz budur. Acı olan da asıl budur.

Hak edene hakkını vermek, işini hakkıyla yapanları övmek gerek.
Ömrü boyunca politika yapıp hayattan, halktan, haktan ve hakkaniyetten uzaklaşanları eleştirmek gerekiyor.

Son Düzenleme: 14 Nisan 2009.

Özer


Creative Commons License
Helikopter Nasıl bulunabilirdi? by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Tatlı Yalanlar Lisa Unger

Tatlı Yalanlar

Tek kelime ile anlatmak istersek, Tatlı Yalanlar adlı bu romanın yapılandırıldığı ana tema seçimler. İnsanlar, kendi tercihleriyle, yani olaylara ve çevreye verdikleri tepkilerle varolurlar. İyi, kötü ve gri ara bölgeler, bu tepkilerin sonuçlarıdır.

Çok akıcı olmasa da sürükleyici bir roman Tatlı Yalanlar. Yazar Lisa Unger'in orjinal adı "Beautiful Lies" olan romanı, ülkemizde Altın Kitaplar'dan (Birinci basım) Şubat 2007'de yayınlanmış. Olayların gidişinden, kitabın sonu kısmen tahmin edilebilse de, yine de sonlara doğru sizi şaşırtmayı başaracak.

Otuz yıl önce olmuş olabilecekler ve hayatındaki olası sırları arayan genç bir kadının hayatındaki tatlı yalanların ve gerçeklerin anlatıldığı kitapta, olaylar günümüzde geçiyor. Tahliller bol ama sıkıcı değil. Ridley neleri nasıl düşünüyor, biliyoruz.

Bir eleştiri yapmak gerekiyor. Tatlı Yalanlar'ın son yirmi sayfasında kalan son düğüm de zekice çözülebilir, yazar okuyucuyu biraz daha şaşırtabilrdi.

On üzerinden puanlama yapacak olursak, kitaba "Altı" veririm. Elinize geçerse, ben bu notu verdim diye vazgeçmeyin. Sadece benim tarzım değil.

Özer


Creative Commons License
Tatli Yalanlar Lisa Unger by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

W3C nereye koşuyor?

Peki biz ne yapıyoruz?

Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm ama hep ertelediğim bir konuydu W3C ve internet. W3C ile ilgili internette bol miktarda türkçe kaynak ve henüz yetersiz de olsa kendi yerelleştirme çabaları var. Bu yüzden doğrudan konuya girelim. İnternetle ve bilgisayarla yakından ilgili olan herkesin yılda en az bir kaç kez ziyaret etmesi gereken bir site W3C.

Neler yapıyorlar, neyle uğraşıyorlar mutlaka bir göz atmak gerekiyor. Geleceğin dünyası orada teorisyenlerce şekillendiriliyor. Çoğumuz farkında bile değil. Size geçmişten geleceğe birkaç örnek verebilirim.

HTML nedir? Kim geliştirdi? Geleceği nedir?
CSS nedir? Neden bu kadar önemli ve nereye gidiyor?
XML'e niye gerek duyuldu? XML yapısı kullanılarak ne tür HTML benzeri kalıplar oluşturuldu?
RDF, SMIL, SVG nedir? Hangi gerekçe ile geliştiriliyorlar?
GIF ve JPG'nin neyi eksikti? PNG de nereden çıktı?

Özer


Creative Commons License
W3C nereye koşuyor? by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Taner'den Terim'e iki tokat daha

Milli takım aday kadrosunu açıklayan Fatih Terim 28 Mart ve 1 Nisan tarihlerinde oynanacak İspanya maçları için Taner Gülleri'yi milli takımımıza yine çağırmadı.

Eskişehir'den 6 gollü Batuhan ve Bursaspor'dan 8 gollü Sercan'ı Milli takıma davet eden Terim'e cevap İsmetpaşa'dan geldi.

Kocaelispor - Ankaraspor arasındaki mücadele Taner Gülleri'nin iki golü ve bir de gol pasıyla 3-1 Kocaelispor lehine sonuçlandı.

Süper Lig'de 21 Mart tarihi itibatiyle sezonun en çok gol atan Türk futbolcusu olan Taner, 16 gole ulaştı. Gol krallığında ise 17 golü bulunan Milan Baros'un hemen arkasında ikinci sırada.

Daha önce 2-5'lik GS-Kocaelispor maçından sonra Taner'den Terim'e dört tokat başlığı ile bir yazı yazmıştım. Taner bu kez iki gol ve enfes bir asistle Fatih Terim'i tekrar utandırmayı başardı.
Kocaelispor Teknik Direktörü Erhan Altın'ın resmi
Erhan Altın yönetiminde çıkışını sürdüren Kocaelispor'u onbeş gün sonra puan olarak en yakın rakibi olan Ankaragücü deplasmanı bekliyor. Galip gelmesi halinde ise 26 puanla 16. sıraya yükselecek.

Özer



Creative Commons License
Taner'den Terim'e iki tokat daha by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Obama Müslüman mı?

Obama Müslümanmış!

Günlük kullanımda çok bilindik bir ifadeyle düşüncelerimi özetlemek mümkün. "Bıraksınlar bu işleri, herkes baksın dalgasına..."

ABD, uzun zamandır Türkiye'deki Amerikan karşıtlığından yakınıyor. Çeşitli yayın organlarında bu konuda haberler yapıldı. Hatta bu karşıtlığın azaltılması için çalışmalar yapılacağına dair demeçler de defalarca yayınlandı.

Tanımları biraz açmak gerekiyor. Türkiyedeki Amerikan Karşıtlığı'nın, ABD'de yaşayan insanlara bir ilgisi yok. Bu karşıtlık, geçmiş ve bugünkü ABD politikalarından ve sonuçlarından yola çıkılarak kendiliğinden ortaya çıkmış doğal bir memnuniyetsizliktir. Düşmanlık veya nefret içermez. Halklarla hiç alakası yoktur.

Bu durumu basit bir örnekle anlatmak gerekirse: AKP, CHP ve MHP'nin aldığı ve kısa vadede alabileceği oy toplamı %80-85 arası değişiyor. Her üç partinin uygulamalarına veya söylemlerine karşı çıkan biri Türkiye karşıtı mıdır? Türkiye düşmanı mıdır? Bu ülkede yaşayanlardan nefret mi etmektedir? Cevap tabiki HAYIR.

Buradan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Demek resmi ağızlardan ifade edilen bu "ABD karşıtlığı"ndan kasıt, ABD yönetimlerinin uygulamalarına olan karşıtlıktır. Bu karşıtlığın kırılmaya çalışılması ise, ABD yönetimlerinin bizleri rahatsız eden ve edecek uygulamalarına karşı çıkmamamızı sağlamak anlamına gelir. Bu sonuca nasıl varıyoruz?

Tezi şöyle destekleyelim: ABD, bu karşıtlığın oluşmasına ve süregelmesine neden olan sebeplerden tümünü veya herhangi birini ortadan kaldırma çabası yerine, "Obama'nın içi"nin müslüman olduğu haberlerini pompalıyor. Demek ABD karşıtlığını kırmak için yöntem ,olarak ortak paydada buluşmak yerine bu ülkenin insanlarını aptal yerine koymak. Bunu her kim manşetlere taşıyorsa, işte onlara, ne yaptıklarının farkında olup olmadıklarını veya kimin için çalıştıklarını sormak gerekiyor. Ayrıca ABD'yi suçlamak yerine "Acaba bizimkilerin yalakalığı mıdır?" diye sormadan edemiyorum.

Denilebilir ki biz zaten millet olarak bunları yemeyiz. Haklısınız, bunu yeyip yutmayacak çok insan var bu ülkede. Bu durumda bu saçma sapan haberin Türkiye'nin krizle boğuştuğu bu günlerde manşetlerde işi ne? Madem yemiyoruz bu haberler niye manşetlerde? Bu medya bu kadar akılsız mı? Yoksa bu kadar mı ahlaksız?

Keyifli ve bir o kadar çarpıcı bir örnekle böyle haberlerin nasıl etkili olabileceğini anlatmaya çalışayım. Dizi izlerken ağlayan bir halkın bir üyesi olarak bir teyzemiz, "Tecavüzcü Coşkun" karakterini canlandıran Coşkun Göğen'i sokakta görünce dövmeye kalkmadı mı? Demek bizim bu manşetleri atanlar o kadar da akılsız değil. Akılsız değillerse gerekçe ne? Bunu her kim manşetlere taşıyorsa, işte onlara kimin için çalıştıklarını, bu yüzden tekrar sormak gerekiyor.

Bu tezgahı kuran ve alet olan tüm yazılı ve görsel basını şiddetle kınıyorum. Eğer ABD bu doğal karşıtlığı azaltmak istiyorsa önce kapısının önünü temizlemeli.

Bizim boyalı basın da Alişan'la, B.Ersoy'la paslaşıp oyalanmaya, oyalamaya devam etsin.
"Bıraksın bu işleri, herkes baksın dalgasına..."

İsimler Kitabı

Son zamanlarda kafa yoran işlerle uğraşırken, biraz daha hafif kitaplara sardım.

İsimler Kitabı, Jill Gregory ve Karen Tintori tarafından yazılmış ve Nisan 2007'de ODTU Yayıncılık tarafından basılmış.

Hızlı okunabilen sürükleyici bir roman. Dan Brown romanlarından hoşlanan, iyi vakit geçirmek isteyenlere tavsiye edebilirim. Yılın kitabı değil, ama kötü de değil. Kitaptan büyük mesajlar, beklemeyin.

On üzerinden Altı.
Dizi izlemeye harcayacağınız zamanı, bu kitapla değerlendirin.



Creative Commons License
İsimler kitabı by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

"Ve İşimiz Bitti" Jushua Ferris

"Ve İşimiz Bitti", Joshua Ferris, Mayıs 2008

Joshua Ferris'in yazdığı bu ilginç roman, çoğunlukla 2001 yılında geçtiği kurgulanan olayları, birinci çoğul şahıs ağzından anlatıyor. Pek karşılaşılan bir üslup olmasa da merak uyandırıyor.

"Ve İşimiz Bitti", ABD ofis ortamını, değer yargılarını ve insanlarını ofis çalışanlarını kullanarak eleştiriyor. Mizahı, dramı, sisteme ve yaşamlara olan eleştiriyi neredeyse her sayfada bulmak mümkün.

Pekçok insanın hayranlıkla baktığı batının, bu olağan ve gerçek yüzünü açıkça ortaya seren, karşılaştığım az sayıdaki eserden biri.

Kitaptaki olaylar 2006 yılında sona eriyor. Amerika'da 2007'de basılmış. Türkiye'de Siren Yayınları'ndan çıkan birinci baskı ise Mayıs 2008'e ait.

Benim de bir zamanlar yaptığım gibi, ofis ortamında çalışmış herkese tavsiye edebileceğim keyifli bir kitap. Her ne kadar arka kapağında yazdığı gibi "Bir başyapıt" olmasa da, son zamanlarda okuduğum ender iyi kitaplardan.

"Ve İşimiz Bitti" 2008'de başlayan küresel bunalımı yansıtmadığı halde, olanları bu süreçte yaşananlarla özdeşleştirmek de mümkün. Yaşadığımız küresel bunalımdan kaynaklı bu zor günler, yazarın yeni kitabına konu olabilir.
Akıcı anlatımla sanırım sizde Tom Mota ve koltuğun peşinden koşturacaksınız.

İşte size Joshua Ferris'in "Ve İşimiz Bitti" kitabının 23. sayfadan bir alıntı.
"Devir yolunu bulma devriydi, çağ ıvır zıvır çağı... Dünya internetten akan parayla dolmuştu ve biz de kendi payımıza düşeni alıyorduk..."

İyi okumalar.
Özer

Creative Commons License
Ve İşimiz Bitti by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Taner'den Terim'e 4 tokat

2-5 inanılmaz bir sonuç. Rengim belli. Yeşil-Siyah.

Milli takıma çağrılmayan Taner Gülleri, Galatasaray'a Fatih Terim'in izlediği maçta dört gol birden attı. Hayat sürprizlerle dolu.

Özer

Nihat Genç Köpekleşmenin Tarihi

Buraya yazmamış olsam da kitapları boş geçmedim. 2000'lerin başında okumuş olduğum Köpekleşmenin Tahihi, tekrar elime geçti. Nihat Genç'in bu sert kitabı günümüzdeki Nihat Genç'in düşüncelerinin nasıl oluştuğunu, nerelere dayandığının göstergesi.

Nihat Genç, kısa bir süre öncesine kadar düşüncelerini, Serdar Akinan ile birlikte yaptığı Televizyon programında dile getiriyordu. Kendisi, artık ART'de. Cumartesi akşamları 22:30'da Lale Şıvgın'la kaldığı yerden yoluna devam ediyor. Türkiye'de pek az insanın dile getirebileceği konuları, heyecanlı, sert ve halka çok yakın yorumlarıyla gündeme taşıyor.

"Bu topraklar..." ile ilgili konulara, genelden farklı, çarpıcı bir yaklaşım izlemek isteyenler, Veryansın adlı bu programı kaçırmasınlar. Bugün renkli ekrandan anlattıklarını, geçen yıllar boyunca nasıl ifade ettiğini, her kitabıyla biraz daha nasıl geliştirdiğine şahit olmak isteyenlere de kitaplarını tavsiye ediyorum.

Köpekleşmenin tarihi
, Türkiye'de içerik olarak ender bulunabilecek özgün kitaplardan biri.

Okunacaklar listesinde üst sıralarda olmalı.

Özer

Creative Commons License
Nihat Genç Köpekleşmenin Tarihi by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

Kunter Kutlu

Geçen telefonum çaldı. Neredeyse bir yılı aşkın bir zaman önce askere giden Kunter kardeşim aradı. Aylar önce askerlik görevini tamamlayıp dönmüş.

Adam öldümü kaldımı aramamışım. Utandım. Kunter, yüzünü geleceğe çevirmiş çalışmalarına devam ediyor. kişilik olarak çok saygı duyduğum ve samimiyetini bildiğim Kunter Kutlu'un kişişel sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.

Özer

İzmit Saat Kulesi .svg

Inkscape, jpg, png gibi pek çok sayısal resim standartlarını tanıyor ve çalışma alanına dahil edebiliyor. Bunun için içeri aktar (import) seçeneği gayet başarılı.

Resimlerin, yöney (vektör) çizgelere dönüştürülmesinde, gerek elle gerek yazılımın kendi araçlarını kullanarak (değişkenlerle oynayarak) gayet iyi sonuçlar elde etmek mümkün.

Sonuç olarak elde edilen çizge biraz fazla düğüm noktası içeriyorsa, "sadeleştir" seçeneği kaliteyi biraz azaltsa da çok iş görüyor.

Hazır oynarken biraz olsun yararlı bir şeyler çıksın istedim. Balkon ve kokuluk kısımlarında biraz daha çalışma gerektirse bile, sonuç beni hayli memnun etti.
İzmit saat kulesinin svg hali. (ekli resim png olarak inkscape'ten dışarı aktarıldı.)
Özer

Barış Manço svg

Bir süredir ortalıkta görünmüyordum. SVG (scalable vector graphics) yani Ölçeklenebilir Yöneysel Çizimler(grafikler, çizgeler veya cizitler) üzerinde kafa patlatıyordum. Gerek w3.org un bu konudaki çalışmaları, gerekse, özellikle yakında artacak tarayıcı desteği sayesinde, css ve html'nin pek çok sorununu çözer hale gelecek gibi görünüyor.

Pardus ve Inkscape bu konuda çok işime yaradı. İngilizce olan çevrimiçi yardım kitabı ile yazılımın türkçe olması nedeniyle arada oluşan farklar ile ilgili biraz zorlansam da, temelde istediklerimi yapar hale geldim.

SVG nedir?
Sayısal ortamda iki boyutlu resim oluşturabilmek ve işlemek için iki temel yaklaşım var.

Birincisi hepimizin yakından tanıdığı fotoğraflar. Bunlar binlerce, milyonlarca aynı veya farklı renkteki noktaların bir araya gelmesiyle oluşuyor. En temel özelliği ise yaklaştıkça kalitenin bozulması ve görüntü öğelerinin büyüyerek netliğini kaybetmesi.

Yöneysel (vektörel) çizimler ise büküm noktalarının ve renklerin tanımlanmasıyla oluşturulan matematiksel formüllerin tanımladığı çizimler. En bilinen örnekleri "times new roman" gibi yazı tipleri ve "clipart" adıyla ofis yazılımlarında kullandığımız basit resimler. En temel özelliği, göreceli olarak küçültülse veya devasa boyutlara büyütülseler bile, netlik, köşeler ve eğim gibi niteliklerinde hiçbir bozulma olmaması.

Barış Manço ile yazdıklarıma eklemek üzere bir telif hakları içermeyen resim ararken ortalıkta değerlerimize ait pek az .svg çizim üretilmiş olduğunu gördüm.
Maalesef intenet ortamındaki pek çok işimiz gibi bu konu da, üretmekten uzak, kopyala yapıştır sahteciliği ve bu sahteciliğe (emeğe saygı!!! dilenen) örneklerle doluydu.

Biraz yazılımı çözmeye uğraştıktan sonra Inkscape'te ilk eserimi(!) tamamladım.
(.png olarak kaydedilmiş sürüm.)
Özer

Creative Commons License
Baris manco svg by Özer Kavak is licensed under a Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike 3.0 Unported License.

SPARQL Sorgu Modülü Demo Sayfası Yayında

Daha inceki gönderilemde bahsettiğim Joomla! 2.5 için SPARQL sorgu modülü deneme sayfası yayında. Sayfada solda ve altta olmak üzere dbpe...